31 Aralık 2008 Çarşamba

tatile çıkıyorum


kızlarımla 20 güzel gün geçricem.boya kalemli oyun hamurlu,makaslı ,kağıtlı,dağınık 20 gün
ve en sevdiğim diziyi izleyeceğim.Amerikanın birbirinden güzel sexy umutsuz ev kadınlarını.
Hangi gün hangi saatte yayınlandığını bile unuttum...çok güzel bir dizi.adıyla bağdaşmıyor umut dolu bir dizi.Severek izliyorum ve düşünüyorum bunlar umutsuz ev kadınıysa bizimkiler ne durumda acaba....
dönüşümde bir kaç umutsuz ev kadını hikayesi anlatmayı planlıyorum..

Hiç kimsenin böyle küçük elleri yoktur

Saate bakmadım.sabahın yaklaştığı saatlerdi.Hava tam anlamıyla aydınlanmamıştı henüz.Minik ve sessiz adımlarla yanıma geldi."Korkuyorum" dedi.Davet bekler gibiydi ses tonu.yatağımdan hiç kalkmadan kollarımı açtım.Yatağıma geldi.Üzerime yattı.Başını her zamanki gibi kalbimin üzerine koydu.Bacaklarını karnına topladı .O muhteşem ellerinden biriyle bana sarıldı,diğeriyle saçlarımla oynamaya başladı.gözleri kapalıydı hemen uyudu.Onu izledim yine bir milyonuncu kez.Saçlarını okşadım.Göz kapaklarına ,kirpiklerine,burnuna,dudaklarına baktım baktım,baktım... Onu alıp içime sokasım geldi yeniden...Mutluluğu anlatacak bir kare dondurabilse insan hayatından bu anı dondurmak isterdim.kızlarımın bana sarılarak uyuduğu anlarııııı.. tuhaf oluyor insan içinden iki insan çıktığını düşününce...Onlar benim karnımdayken güvendeydi.Şimdi de korktukları zaman gece yarısı minik adımlarla benim yanımda alıyorlar soluğu.Yine güvende olmak istiyorlar.minicik elleriyle sarılıyorlar bana.bense kimbilir kaçıncı kez onları sonsuza kadar korumak için söz veriyorum kendime... sabah uyandığımda ezgi hala yanımdaydı .onu öptüm sabırla uyanmasını bekledim....yatakta oynadığımız ufak oyunlar çok hoşuma gidiyor.Minik ellerini severken uyandı .Bende bana nedense ezgiyi anımsatan ve ona çok sık söylediğim şarkıyı söylemeye başladım yine "hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur" "val ,val, val,bak benim ellerim minik görüyomusun ,yağmurdan bile minik.Benim küçük ellerim val" Diye bağırarak isyan ediyordu bizim minik...



30 Aralık 2008 Salı

bu ne yaman çelişki

yıllar önce bosna hersekte olmuştu benzer vahşet...çocuktum...bosna hersek deyince hemen kıyma makinelerinden geçirilen çocuklar geliyor aklıma...
bir yerlerde küçücük bebekler ölüyor.hiç suçu olmayan bebekler,ölümün anlamını bile bilmeyen bebekler ölüyor.Kimin hakkı var hayatlara bu acıyı sokmaya...evladının cansız bedenini kucağına alan babalar.bidaha göremeyeceği minik yavrusunun yüzüne özlemle bakan anneler kardeşinin cesedini dehşetle gören çocuklar takdir - i ilahi deyip unutabilir mi alçaklığı...haklı bir intikam yerleşmez mi minicik yüreklere...

herkesin birbirinden haberdar olduğu bu modern iletişim çağında göz göre göre ölüyorlar .onlar da , bosnahersekte olduğu gibi ve sadece müslüman oldukları için ölüorlar ve kimse hiç bir şey yapmıyor.
siyaset öyle bir hal aldı ki artık kimsenin kalıcı dostları ve kalıcı düşmanları yok sadece kalıcı çıkarlar var.Amerika yı karşısına almak istemeyen bütün modern dünya ülkeleri bu vahşete seyirci ...
bir gün sırf müslüman olduğumuz için bize de saldırmazlar diye ümit etmekten başkabi şey yapamıyoruz .
müslümanlar sayıca bu kadar çokken ve müslüman ülkeler bu kadar yer altı zenginliğine sahipken niye güçsüz ... dinimizin gereği birlik ve beraberlikken kendi aramızda bile ni ye bu kadar ayrıyız...bu soruların yanıtlarında gizli başarısızlığımız...

Biz kaoslar içindeyiz ...bir yerlerde bebekler öldü annelerinin gözü önünde işkence edilerek.
bir yerlerde bebekler ölüyor
yarın katillerin ülkemizde olmayacağını kim garanti edebilir.


bütün dinler can almayı haram sayarken;tarih boyunca en vahşi savaşlar en insandışı işkenceler en acımasız cinayetler hep din adına işlenmiş .En çok kan din için dökülmüş.

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ demeden edemiyor insan.







29 Aralık 2008 Pazartesi

toblerone ve diğerleri


kendime toblerone aldım.Mutfak dolabının en üst rafında en gizli köşesinde duruyor bir kaç gündür.orda durduğunu bilmek bi gün onu yiyecek olmak bana tuhaf bir mutluluk veriyor.Bi süre daha kendimi süründürdükten sonra
sıcak süt veya limonlu soda eşliğinde ( ruh halime göre) tadını çıkararak yiyeceğim.
bence çikolatayı ikiye ayırmak lazım TOBLERONE ve diğerleri
bu güne kadar denemeyen varsa mutlaka denesin...
buda toblerone hakkında kısa bilgi
Toblerone’un yaratıcısı Theodor Tobler 1908 yılında yarattığı ballı ve nugalı çikolatanın tadının, diğer çikolatalardan farklı olduğunu tüketicilere anlatabilmek için şeklinin de alışılmışın dışında olmasını ister. Ve böylece hepimizin çok iyi bildiği üçgen şekilli çikolata “Toblerone” doğar.

26 Aralık 2008 Cuma

basılmamış kara basmak

atölyenin camından dışarı bakınca minik minik kar tanelerini gördüm
1 saat önceydi.. şimdi o kar taneleri büyüdü. Dışarı baktıkça yaşasın kar tatili diye bağırasım
geliyor.Zamanın daha yavaş aktığı günlarde, küçüklüğümde sabah

uyanıpta her yeri bembeyaz görünce çok sevinirdim.Hemen dışarı atardım kendimi kimsenin yürümediği yerlerde yürür.
BASILMAMIŞ KARLARA BASARDIM.Kar tatilleri ne güzeldi...sobanın arkasında kestane kokulu sıcak sütlü ve çikolatalı geçen miskin günler.yağışlı soğuk fırtınalı günlerde sonra elbet güneş açardı.Kartopu kahkahaları donmuş ayak parmakları kırmızı yanaklı ve kırmızı burunlu çocuklardık...
Şimdiburnuma değen kar taneleri beni mutlu etsede bu yoğun iş ve hayat temposunda ihtiyacım olan son şey kar tatili...
basılacak takvimler,ajandalar,kalemler,çakmaklar,süslenecek mekanlar
yıl başı yorgunluk demek benim ...bir an önce bu baskılar bitsin müşterilere işleri teslim edip rahat bir nefes almak istiyorum...
bir yanımda çok kar yağsın istiyor.havucumuzu kömürümüzü atkımızı alıp bizim küçük kadınlarla şöyle resimdeki gibi bir kardan adam yapalım




25 Aralık 2008 Perşembe

öküz ölünce badem gözlü olurmuş


Biz böyle bir milletiz.

Değerlerimizi sadece ve sadece kaybedince anlıyoruz.

ben ilk tv de tanıştım karagöz hacivatla...

ramazan ayında iftara yakın bir saatte çıkardı.

Üç kardeş dizilirdik ekran karşısına

hacivatın alaycı ve kızdıran gazelleri

karagözün saf görünen ama taşı gediğine koyan cevapları güldürürdü bizi.

Şimdi yunanistan hacivatla karagözün patentini almak için başvuruda bulunmuş.

Kimdir karagöz ve hacivat

bunu oynatan kişi kimdir

nasıl bir sanat dalıdır bu

sanat dalı mıdır yoksa

osmanlı mı keşfetmiştir bu gölge oyununu

yoksa başka bir ülkeden mi etkilenilmiştir..

özel ilgisi olan kişiler bunların cevaplarını biliyodur elbet

ama millet olarak bilmek lazım değil mi bir şeye milli değerimiz demek için.

ben bu haberi duyunca çok üzüldüm birileri sizin olanı elinizden almaya kalkınca duyacağınız hüzünle aynı bu...

ama sorsan yunanistanın daha çok hakkı gibi geliyo bana

1000 yıllık kültürümüzde var bizim hacivatla karagöz

yunanistanın kültürüne baksan geçmişi anca 100 yıldır.

ama onlar bizden daha çok biliyor hacivatla karagözü ,o kadar değer veriyorlar ki patentini almak için başvuruda bulunmuş adamlar...

Biz tarihiyle kültürüyle övünen türk milleti ancak kaybedince ya da birileri çıkıp elimizden almaya kalkınca sahiplenmeye çalışıyoruz değerlerimizi...

ben nolcak burası türkiye laflarını duymak istemiyorum artık.

Güzel kültürümüze ,güzel geleneklerimize güzel insanımıza güzel vatanımıza sahip çıkalım

24 Aralık 2008 Çarşamba

çilekli pasta


veeee günler geçtikçe yok olmak ama unutulmamak duygusu sarıyor insanı...

minik kızlarım beni çilekli pastayla hatırlasınlar istiyorum...

Eve aldığımız her pastanın üzerine mum koyup yakıyoruz ve aile boyu iyi ki doğdun seramonisi yaşanıyor.

Pasta beni mutlu ediyor .Bizim evde mutluluk bulaşıcı.

kızlarımı bıcır bıcır görmek babalarının tatlı kahkahalarını duymak hoşuma gidiyor.

Ben sırt çantasıyla başka şehirler de başka başka ülkelerde geçecek bir yaşam hayal etmiştim kendime ... Çocuk insana göçebe yaşam şansı bırakmıyor.

ama olsun onlara baktıkça iyiki doğurdum diyorum...


İYİ Kİ DOĞDUNUZ KIZLAR

İYİKİ DOĞURDUM.

23 Aralık 2008 Salı

KARDEŞİM SEN DÜŞÜNCEDEN İBARETSİN geriye kalan et ve kemiksin


DEMLİ BİR ÇAYI YUDUM YUDUM İÇMEK GİBİ BİR YERİNDEYİM HAYATIMIN




mevlananın yıllar önce farkettiği bir mucize bu. KARDEŞİM SEN DÜŞÜNCEDEN İBARETSİN geriye kalan et ve kemiksin


aslında hayat yaşadıklarımızla alakalı değil algıladıklarımızla ilgili.
şöylede diyebiliriz ne anlıyorsan O sun


düşüncelerimiz bize verilmiş bir sihirli değnek...
mutluluk için değil mi çabamız o zaman hadi bu gücü kullanalım
ne diyor mevlana "kardeşim düşünceden ibaretsin geri kalan et ve kemiksin


gül düşünürsün gülüstanlık olursun


diken düşünürsün


dikenlik olursun..."


madem tek bir tane yaşam şansımız var


ve madem değiştiremiyoruz hayatlarımızı


öyleyse algılama şeklimizi değiştirelim


iyi düşünelim
iyi olsun herşey
iyilik sarsın etrafımızı ve herkese bulaşsın bizden

çünkü biz her şeye her iyi şeye layıkız..

13 Aralık 2008 Cumartesi

fırtına sonrası gibi










hastayım üşüyorum ve evime gitmek istiyorum.
bayram ziyaretleri sırasında feci üşüdüm.Ama dün çok güzel olmasını istediğim bir düğün vardı . o yüzden koyvermedim kendimi direndim.
dün herşeyin kusursuz olması için çok uğraştım.
kapı süslemeleri canlı çiçekler nikah masası her şey rüya gibiydi.
akşam düğün başladığında hafiflikti tek hissettiğim . ama işte olan oldu
gece yatarken bir ağrı yapıştı başıma.sabah hasta kalktım yataktan.bu saat oldu tek lokma yemedim.omzumda şalım bacaklarıma örttüğüm montumla oturuyorum dükkanda. sanırım bu hastalık galip gelecek ve biraz sonra kendimi evimde yatağımda bulacağım. tabii kızlar uyutursa.

26 Kasım 2008 Çarşamba

sıcak çikolata

bu gün yoğun geçicek
sabah erken kalmak için saati kurmuştum
çaldı......çaldı..........çaldı.....
kapattım ve tekrar yattım.neyseki yücel saatini son 10 dakikaya kurmuş .
geç kalmaktan kurtulduk.
duş ,kıyafet,makyaj 10 dakikaya sığdırılabiliyomuş öğrendim.
bu sıralar dışarıdan poğaça börek sevmiyorum.
ekmek arası peynir takılıyorum.
ikimizede yarım ekmek hazırladım.bir elimde montum bir elimde çizmelerim eciş bücüş çıktım evden.
bu gün çok işim var .diye diye strese girmek üzereydim ki aklıma bi yerlerde okuduğum not geldi;akşam yatmadan önce ve sabahları kalktığıonızda iyi şeyler düşünün zihniniz aydınlanır.

bende öyle yaptım.bahçeli bir evde çocuklarımla oynarken hayal ettim kendimi
ne tuhaf olmasını hayal ettiğimiz hayatlar ,yaşadıklarımızdan çok farklı
neyse hüzün yok bu gün
ama şimdi de sıcak çikolata hayal ediyorum
oysa elimdeki sallama çayla yetinmek zorundayım...

25 Kasım 2008 Salı

KENDİNİ ÖZLEYEN HAYATIN OĞULLARI ve KIZLARI

"Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler.
Onlar kendini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdır.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını acıtabilirsiniz ama canlarını asla.
Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç.
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.

"Halil Cibran'ın Ermiş adlı şiirinden alıntı...

24 Kasım 2008 Pazartesi

EV KADINLARININ BİR İŞİ BİLE YOK

bloğumla aynı başlığı taşıyan bu yazıyı buldum
bi de olayın bilimsel boyutunu okuyalım dimi .aslında okudukça umutsuz ev kadınlarına umut olmanın bile zorluğu ortaya çıkıyor
öyle kalın bir kabukki bu içine sokulduğumuz
KIRMASI ÇOK ZOR

Umutsuz ev kadınları
Füsun Saka

Ev kadınlarının kronik mutsuzlukları ve geleneklerden kaynaklanan sorunlar. Ev kadınları grubu psikiyatrik rahatsızlıklar açısından çok riskli…
Herkesin içinde, kendini gerçekleştirme potansiyeli vardır. Yani herkes, kendini bir şeylerle var etmek ister. Ev kadınları ise bu noktaya ulaşmak için en kötü noktada bulunuyor, çünkü öncelikle onların bir işi bile bulunmuyor.Geleneklerimizden gelen ilave sorunlar da ev kadınlarının, ev kadını olmalarından kaynaklanan sorunlarını iyice körüklüyor.. "kadının yeri evidir", "elinin hamuru ile erkek işine karışma", "kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" gibi tarihimizden gelen yaklaşımlar kadınlarımızı hem ev kadını olmaya mahkum ediyor, hem de ev kadınlığını önemsizleştiriyor. İşte bu noktada ev kadınları giderek daha çok psikiyatrik problem yaşıyor. Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Psikiyatrlarından Dr. M. İrfan Coşkun, ev kadınlarının aslında çok önemli bir işleri olduğunu ama içinde bulunduğumuz toplumun onları işsiz gördüğünü belirtiyor. Coşkun, “Üretemedikleri için, içlerindeki yaşam enerjisi ve libido bundan olumsuz etkileniyor. Benlik değerlerinin düşük olması, kendilerini değersiz, işe yaramaz görmeleri, hayata ve kendilerine yabancılaşmalarına neden oluyor.Dolayısıyla ev kadınları grubu psikiyatrik rahatsızlıklar açısından çok riskli bir grup haline geliyor. Gerçekten de yapılan sosyo-demografik içerikli psikiyatrik çalışmaların sonuçları değerlendirildiğinde, ev kadını olmanın psikiyatrik hastalıklara yatkınlaştırıcı bir faktör olduğu görülüyor.Ev kadınlarının kendilerini bu monoton süreçten kurtarmaları gerekiyor. Kendilerine yaşamdan doyum alacak ve kendilerini başarılı hissettirecek yeni alanlar bulmaları lazım” diyor.Ancak, bir taraftan da başta eş olmak üzere, diğer aile bireylerinin de ev kadınlarına yönelik bir tutum değişikliğine gitmeleri gerekiyor. "sabahtan akşama kadar çalışıyorum, sense evde rahat rahat oturuyorsun" şeklindeki eş tutumu yerine, ev kadınlarının yaptıkları işin önemli olduğu, takdir edilmesi gereken bir pozisyon olduğu bakış açısıyla ev kadınları desteklenebilir.
Herkes kadına değer verdiğini söylüyor
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. DR. Orhan Doğan ise toplumda kadının değerinin, iyi bir anne, iyi bir eş olmayla koşut gittiğini belirtiyor ve “Tabii ki iyi bir eş, iyi bir ev hanımı anlamında ele alınıyor. Toplumda her kesim, kadına çok değer verdiğini söylüyor ama bunun doğru olmadığını biliyoruz. Kadına verilen değer ne? Kadına verilen değer ona yüklenen görevlerle aynı anlamı taşıyor aslında. Sosyo kültürel açıdan bakıldığında doğumda itibaren kadın ve erkekler arasında bir ayrım var. Erkek çocuklara değer veriliyor. Kızlar ikinci plana itiliyor. Daha sonra kadının yaşamına, kaynana, görümce, koca, elti gibi pek çok baskı unsuru katılıyor. Hele de kadın, ailenin en küçük geliniyse sülalenin günah keçisi oluyor. Ev kadını olarak çalışmayan bir kadınının varolma ve kendini gerçekleştirmesi ancak evinin içinde oluyor ve kadın doğal olarak evinde mutfağa sıkışıyor.Eviyle evli kadınlar-agorafobi adında bir kitap var. Orada, kadının kendini gerçekleştirmesi ev kadınlığı ile sınırlı deniliyor özet olarak.
Kadınların konuşma merkezi erkeklere göre daha gelişmiş olduğu için bu yeti de engellenirse sorun yaratıyor. Anlatım olanağı bulamayan kadının bedeni konuşmaya başlıyor ve yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki, Türkiye’deki depresyonlarda bedensel belirtiler ön planda. Depresyon belirtileri kadınlarda daha yüksek ikincisi, ayrı yaşayan ve boşanmışlarda daha da yüksek. Ve ayrıca, araştırmalarda ortaya çıkan şiddet oranları var. Türkiye’de Sivas ve Denizli’de yaptığımız araştırmalarda şiddet gören kadın oranı yüzde 52 bulunmuş. “Kaderimse çekerim” diyen kadın ise çok fazla” diyor.Kayıp duygusu
Psikiyatr Dr. Armağan Samancı da kadınların en çok yaşadığı sorunların başında depresyon ve anksiyete bozukluklarının geldiğini vurguluyor. Kadında depresyon yaratan ön önemli nedenlerden biri olarak, yaşamındaki bazı olaylar sonunda kayıplarının daha çok farkına varması gösteriliyor. Kadın 40’lı yaşlara geldiğinde, yaşamın getirdiği bazı sorunlarla bir anda yaşamının sıfırlandığını hissediyor. Bunun sonunda da psikolojik sorunlar başlıyor. Anksiyete bozuklukları da bu durumda devreye giriyor. Bunların içinde panikler, özellikle genelleşmiş anksiyete bozukluğu, kayıp korkusu, yıllarca özen gösterdiği ilişkisinin kopabileceği, onu duygusal olarak yitireceği sıkıntıları da oluyor. Evlik problemleri olanların çoğu ev kadınları. Ev kadınlığı en kötü meslek olarak kabul ediliyor. Takdir ve ilerleme anlamında getirisi olmayan bir meslek. Ve kişi, verici bir yapıya sahipse, bireyi de tüketebilen bir meslek. Böyle olunca bir de ilişkilerdeki ve zorluklarla ilgili problemler beklentilerin gerçekleşmemesi ilave olunca daha da sıkıntılı hale geliyor.
Ev kadını ve depresyonTürk kadınında, özellikle 30-55 yaş arası ev hanımlarında depresyon görülme oranı, erkeklerden 3 kat fazla oluyor. Birçok sağlık sorunuyla başa çıkmada erkeklere göre daha güçlü olan kadınlar, depresyona daha kolay yakalanıp, hastalığın yol açtığı olumsuzlardan daha kolay etkileniyor. Meslek dağılımı olarak da yüzde 35 oranında ev kadını depresyona yakalanıyor

11 Kasım 2008 Salı

ağır çekim yaşamak lazım

sabah son dakikada hızlıca kalkıyoruz yataktan
hızlı bir kahvaltının ardından alalacele işe gidiyoruz.
sohpetleri sıcak gülüümsemeleri geçiştirerek oturuyoruz işimizin başına.
Çabucak bitirmeye çalışıyoruz işimizi.
iş çıkışı hızlı adımlarla eve gidiyoruz.
hızlı bir şekilde yemek hazırlıyoruz.
herkes hemen masaya gelsin istiyoruz
herkes hemen yemeğini yesin
hemen masa toplansın,
hemen bulaşık yıkansında
bir an önce televizyon karşısındaki koltuğa uzanılsın

HAYATIMIZDAKİ STRESİN SEBEBİ BURDA GİZLİ İŞTE.

Bu hızın neresine sığdırabilirsiniz bol kahkahalı bir sohpeti
uzun sıcak bir sarılmayı
çocuğunuzla keyifli bir oyunu

Zavallı bedenlerimizi ve ruhlarımızı bu maratonda koşmak zorunda bırakıyoruz.
yazık değil mi

OYSA AĞIR ÇEKİM YAŞAMAK LAZIM

sabah normalinden yarım saat önce kalkıp,mis kokulu bir duş almalı
sıcacık samimi bir kahvaltı yapmalı en sevdiklerimizle
en güzel kıyafetler giyilmeli
mutlaka hafif bir makyaj yapılmalı
çıkarken aynada gülümsemeli
yürürken ağaçlara evlere daha dikkatli bakmalı
kocaman dolu dolu bir nefes almalı
yaşamaktan haz duymalıyız
geriye dönüp baktığımızda ailece oturulan ve doyumsuz sohpetlerin yapıldığı akşam sofralarını hatırlamalıyız.

du

8 Kasım 2008 Cumartesi

tüm bu mücadele fotoğraf karesinde tek başına görünebilmek için
anne olmak büyük bir avantaj ve ben bunu sonuna kadar kullanıyorum. düşe kalka yürüdüğüm yollardan tekrar geçiyorum.masumiyet parmaklarımın ucunda


küçücük bir domates onu mutlu etmişti.küçücük bir ayıya kocaman sevgi vermişti
yüzünde gizli bir zafer kazanmanın dinginliği.................



7 Kasım 2008 Cuma

neden umutsuz bu kadınlar

ortalama 50 yılı aynı mutfakta yemek pişirerek,aynı banyoyu 1 milyonuncu kez silerek,aynı yatakta aynı geceye yatıp aynı sabaha uyanarak geçirmek..................
işte ev kadınlarını umutsuz yapan bu.
kim ister yaşam hakkını heba etmeyi
her günü aynı olan bir hayatı yaşamak 25 yaşında ölen 80 yaşında gömülen birinin hayatını yaşamaya benzer.

sokaktaki insanların yüzüne bakın 25 yaş altı herkes ne kadar neşeli cıvıl cıvıl sizde öyleydiniz.,

mutluluğumuzu geri kazanalım başka yaşam şansımız yok.

şimdi yemek ve çamaşır suyu kokularından kurtulmanın tam vakti .

hayatımızı anlamlandıran her şeyi geniş zamanlarda yaşayalım.

umut etmek , özlemek ,bitmeyen hayaller kurmak ne güzeldi...

ev ,iş, çocuklar arasında koşturup duruyoruz . HAYATLA CEBELLEŞİYORUZ yoruluyoruz hırpalanıyoruz oysa hayat kendi yolunda akıp gidiyor.

ve öyle kısa ki aslında ömür . HİÇ BİR ŞEY VE HİÇ KİMSE UĞRUNA HARCANMAYACAK KADAR DA DEĞERLİ.

ev kadınlarının derin yanlızlığı ,umutsuzluğu hep etkiledi beni.ilk annemde hissettim bunu küçük bi çocukken. hüznü silmek istedim ondan başaramadım.

şimdi bütün umutsuz ev kadınlarına bakış açısı kazandırmak istiyorum.